Uzakta bir doğa harikası var, o bizim, hepimiz!
Büyülü gerçekçilik akımının değerli isimlerinden Pulitzer ödüllü John Cheever’in ‘Cennete Nasıl Benziyor’ kitabını okurken televizyonda Muğla’daki orman yangını ve ardından Akbelen Ormanı’ndaki ağaçların görüntüleri dolaşıyor. Jandarma ormana girmiş, İkizdere’de yaşayan yaşlı ve gençler ağacı korumak için ellerinden geleni yapıyor.
Ben ekrana bakarken acaba bunu yapanlar, izin verenler şu soruların cevabını düşünüyorlar mı acaba: “Ben de herkes gibi ölümlüyüm, benden sonra çocuklarıma, torunlarıma ne miras bırakacağım? para, mal, yemek, içmek, hava, tabiat temiz değilse paranın kıymeti ne işe yarar diye düşünüyorum.
Benimki de mantıksız bir girişti, doğal olarak o mantıkla biri bu soruların cevaplarını düşünerek, ağaçları kesip, ormanı yok edip kömür madeni sahası kurar mı? Hem bu dünyada hem de öbür dünyada birinin suçunu üstlenir mi?
AMERİKA’NIN EYALETİNDEN KONUŞAN ADAM
Bugünlerde hangi kitabı elime alırsam alayım günümüzün sorunlarına çözüm arayan yazarlarla rekabet etmeye başladım. İşte onlardan biri John Cheever. Edebiyat hayatına liseden atılma öyküsünü anlatarak başlayan Cheever, eserlerinde daha çok Amerika kırsalını işleyen bir yazardır. Derlediği öyküler için Pulitzer, Ulusal Kitap Eleştirmenleri Birliği ve Ulusal Kitap Ödülleri aldı. 70 yaşında kanserden ölmeden birkaç ay önce Ulusal Edebiyat Madalyası’nı kazandı.
Bu makaleye konu olan ‘Cennete Nasıl Benziyor’ son kitabıdır. Can Yayınları’ndan çıkan, çevirisini Ayça Sabuncuoğlu’nun üstlendiği kitabın arka kapağında metin, toplumsal değişimle hayatları alt üst olan insanları anlatan çağdaş bir masal olarak anlatılıyor. Bana göre aşk, yaz ve doğanın iç içe geçtiği bir kitap; Öykü türünde yazılmış 101 sayfalık bir romandır.
Konuyu özetlemek gerekirse; Artık fast food restoranlarının bile olmadığı pastoral bir Amerikan kasabası olan Janice, göleti ile bir doğa harikası olarak kabul ediliyor. Ancak bu cennetin güzelliği, moloz yığınlarını acımasızca gölete dökmeye karar verenler tarafından tehdit ediliyor. Kasaba sakini Lemuel Sears ise çok sevdiği gölün bir çöplüğe dönüşmemesi için dürüst olmayan politikacılara ve organize suç çetelerine karşı yoğun çaba sarf eder. Sears farklı bir karakter, yaşına rağmen biraz çapkın. Ölen iki karısının ardından, daha genç, dul emlakçı Renee’ye aşık olur. Onunla tanışmak için Presbiteryen Kilisesi’ne gider; İnsanların alkolden, sigaradan, yemekten kurtulmak için ne gibi bağımlılıkları olduğunu anlamaya çalışıyor. Ortada kalan genç adamlarla birlikte Renee için de küçük çaplı bir çaba sarf eder. Sears, kadınlar hakkında bazı genellemeler yapsa da, Renee ona her zaman aynen şöyle der: “Kadınlardan bir gram anlamıyorsun”…
KARAKTERLER BİRBİRİNDEN İLGİNÇ
Elbette kitabın karakterlerinin ortasında sadece Lemuel Sears ve Renee yok. Örneğin, doğadan çok paraya ve güce tapan Betsy, kocası Harry, saygısız komşuları Sam ve eşi Maria vardır. Kitap en ufak bir haksızlığa bile ses vermeye çalışan insanlarla dolu, bu da sizi aydınlatıyor. Örneğin birçok eserle pazarda önceliği kendisinin alacağını düşünen Maria sıradaki herkes tarafından cezalandırılır ve iş doğa katliamına geldiğinde herkesin söz sahibi olur. İnsan birey değil, toplum olmanın gereğini yerine getirir.
John Cheever’in hikaye yazma tekniğine, bu kelimeleri bir araya getirme biçimine ve zihninizde yarattığı hayal gücüne hayran kalıyorsunuz. Yazdan ve okyanusta yüzmekten bahsettiği, Betsy ve ailesiyle birlikte olduğunuzu hissettiğiniz bir bölüm var.
Kitapla ilgili yorumum; Kullanılan mühendislik, matematiksel hesaplamalar ve bazı kimyasal çözümler hakkında bilgiler listelenmiştir. Bu kısım beni metni okumaya zorladı. Ama onun dışında farklı bir okuma olduğunu söyleyebilirim. Hepimizin doğaya ihtiyacı var, başka dünya yok…
senirkenthaber.com.tr